İhsan Ozanoğlu 15 Nisan 1907'de Kastamonu'da doğdu. Babası dönemin ünlü mevlithanı ve tasavvuf müziği temsilcisi olan Aşıkoğlu Ahmet,annesi devrin bilgin kadınlarından biri olarak tanınan Hafize Emine Hanımdır. Ataları aslen Türkistan'ın Buhara kentinden olup, Moğol istilası sırasında önce Erzincan'ın Kemah ilçesine oradan da Kastamonu'nun Duruçay köyüne yerleşmişlerdir. Ataları çoğunlukla askeri erkandan ve bilgin kişilerden olmakla birlikte, aralarında Aşık Ali, Aşık Mehmet ve Aşık Bayraktar gibi saz şairleri de bulunmaktadır.
Ozanoğlu ilk edebi ve musiki eğitimini ailesinden, özellikle de annesi Hafize Emine Hanımdan almıştır. O yıllarda Kuran-ı Kerimi ezberlemiş, ilahilerle birlikte yüzlerce türkü ve aşık ezgisini de belleğine nakşetmiştir. İlköğrenimini Nasrullah Mektebi'nde, lise düzeyindeki eğitimini Darü'l Hilafe Medresesi'nde tamamlamıştır. Arap harflerinin kaldırılması ve Latin harflerinin kabulü sırasında İstanbul Öğretmen Okulu'ndan diploma almıştır. 26 Eylül 1928'de tedvin ve kanun ile yeni yazı öğretimi yetkisini de alarak Kastamonu'ya dönmüştür. Kastamonu'da hem öğretmenlere hem de memurlara Türkçe öğreten Ozanoğlu ikibinden fazla okur yazar kazandırmıştır.
1938 yılına kadar köylerde öğretmenlik yapan Ozanoğlu, bu mesleğini Kastamonu merkezinde edebiyat, müzik ve din dersleri vererek sürdürürken, bir yandan da kendini geliştirmek amacıyla özel dersler almaya başlamıştır. Önce tefsir, hadis, ayin ve naatkarlık konularında dönemin değerli ilim adamlarından eğitim almış daha sonra özellikle o dönemde edebi ve dini açıdan oldukça gerekli olan yabancı diller üzerinde çalışmalarını sürdürmüştür. Bir misyonerken İslam Dinini seçen M. Fethullah Efendiden uzun yıllar Arapça, Fransızca, Süryanice, Ermenice ve İbranice dersleri almıştır. Daha sonra, 1946 yılında Kütüphane Müdürü olarak atanmış ve emekli olduğu l963 yılına kadar sürdürdüğü bu görevinde belge olarak önemli gördüğü bazı tercümeleri yapabilmek amacıyla zamanın Türk Dil Kurumu Başkanı Agop Dilaçar'dan Ermenice dersleri almıştır . Bu dönemde Fransızca, Acemce ve Arapça eserler de yazmıştır. Bu dillerin yanı sıra Latince ve Grekçe ile de bir süre ilgilenmiştir.
Eski metinler üzerinde yoğun bir çalışma içine giren Ozanoğlu, bu yazıları kusursuz bir şekilde kavramak düşüncesiyle; Küfi, Reyhani, Sülüs, Nesih ve Talık gibi yazı stillerini öğrenmiştir.
Ozanoğlu İslami ilimlerdeki eğitimini tamamladıktan sonra Ahmet Asım Efendiden icazetname yani bu ilim üzerinde ders verebilme yetkisini almış, uzun yıllar tefsir, hadis ve füru-ı fıkıh okutmuştur.
Şiir yazmaya 12 yaşlarında başlayan Ozanoğlu, sazla yani bağlama ile de aynı yıllarda tanışmıştır. Annesinden tasavvuf musikisi dersleri almakla başlayan müzik hayatı, aralıksız çalışmalar sonucunda 1800 dini melodiyi belleğine yerleştirmesiyle devam etmiş, ayrıca keman, ud, tambur, gitar ve mandolin gibi sazları da iyi derecede öğrenmiştir. Ancak İhsan Ozanoğlu medrese tahsiline devam ederken Emrah'ın torunlarından Aşık Nihani ile yaptığı bir taşlaşmadan sonra, saz olarak onikitelliyi yani divan ve meydan sazını tercih etmiştir. Sazda ve aşık tarzında üstadı Aşık Kemali'nin oğlu Aşık Hasan'dır. Musikide ise Kastamonu Mevlevihanesi Neyzenbaşı Ali Dede ve Samsun Mevlevihanesi son Postnişini Neyzen Emin Dede'dir. Ozanoğlu musiki ilminin bütün esaslarını bu iki üstatdan öğrenmiştir.
Daha önce belirttiğimiz gibi henüz on iki yaşında iken şiirle tanışan Ozanoğlu, o dönemde yine Annesi Emine Hanımdan koşma ve semai tarzının bütün inceliklerini öğrenmiştir. Yakınları, hocaları ve tanıdıkları onun özellikle edebiyata ve müziğe olan ilgisini görerek, oldukça geniş kaynak imkanları sağlamaya başlamışlar ve Ozanoğlu bilginin içindeki yolculuğunu derin araştırmalara yönelerek sürdürmüştür.
Darü'l Hilafe Medresesi'nde Mevzıa-i Hasene, ardından Sultani Lise Dostlarıyla Altınışık dergilerini çıkarmıştır. Gazetecilik hayatına çok genç yaşlarda giren Ozanoğlu, Kurtuluş Savaşı sırasında Açıksöz Gazetesi'ne geçmiş, bundan sonraki dönemlerde, Doğrusöz, Kastamonu ve Yenises gibi gazetelerle çeşitli dergilerde yayımladığı makale, fıkra ve hikaye sayısı binlerle ifade edilecek rakamlara ulaşmıştır.
Kastamonu'nun tarihi eserleri, folkloru, coğrafi yapısı, turizmi, kültür ve edebiyatı ile önemli şahsiyetleri konusunda söz sahibi olan Ozanoğlu'nun bu yöndeki çalışmaları sonucu kaleme aldığı eserler Kastamonu için önemli bir kaynak oluşturmuştur. Yüzlerce kitap ve risaleye imza atan bunların ancak yüzonbeşini bastırabilen Ozanoğlu'nun eserleri Kastamonu'nun tarihsel ve yöresel özelliklerini, kültürel yapısını belgeleme görevini de yerine getirmiştir. İslam İlmi konusundaki çalışmaları ise bu gün de üzerinde durulması ve tartışılması gereken nitelikleri taşımaktadır.
Divan Edebiyatımızın incecik örgülerini kuşanarak yazdığı "Divan"..Halk Edebiyatımızın dupduru ve renklerini hiç kaybetmeyen yapılarıyla meydana getirdiği "Aşık Sazı"..Lirizmi ve bütün heyecanlarıyla "Ömür Boyunca"..Bu üç ana kitap çerçevesinde Onun şiiri ve şiirin evrensel gücüyle gelen etkilerle, farklı bakışlar, sesler ve duyuşlar içinde, yapılacak çalışmalarda şiirlerinden uzun uzadıya söz etmek gerekecektir.
Ozanoğlu'nun yazdığı eserlerin büyük bir bölümü Kültür Bakanlığı Kütüphanesi Arşivindedir. Milli Eğitim Bakanlığı Arşivi, Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara Etnografya Müzesi, Gazetecilik Enstitüsü, Türk Dil Kurumu, Kastamonu Müzesi ve Kastamonu İl Halk Kütüphanesinde de eserleri bulunmaktadır. Ankara Etnografya müzesinde eserlerinin yanı sıra içinden ve dışından on sekiz telli orijinal bir sazı yer almaktadır.
1948 yılında Ankara Devlet Konservatuarı adına yapılan 12.Derleme gezisinde Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii Yönetken ve Rıza Yetişen'den oluşan bir heyet, İhsan Ozanoğlu'ndan 80 türkü derlemiştir. Derlenen türküler arasında aşık tarzı havalarla, dini ve dindışı olarak ayrılan havalar da bulunmaktadır. Daha sonraki yıllarda da Kastamonu ve Ankara'da Muzaffer Sarısözen ve Nida Tüfekçi İhsan Ozanoğlu'ndan türküler derlemişler, Kastamonu kültürüne hizmette hatırı sayılır çabalar göstermişlerdir. Ayrıca o zamanki adıyla Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi adına Yaşar Doruk tarafından, Kastamonu dini musiki örnekleriyle, dindışı örnekler de yine Ozanoğlu'ndan derlenmiştir. İstanbul Üniversitesi Müzik Bölüm Başkanı Süleyman Şenel, İhsan Ozanoğlu'ndan derlenen türküleri belgelerle tespit etmiştir.
13 Şubat 1981 yılında kaybettiğimiz İhsan Ozanoğlu'nun, Ankara Radyosu'nda 85, Ankara Devlet Konservatuarında 135 derlemesi bulunmaktadır. Bu derlemeleri arasında, yurt çapında tanınmış olan Çanakkale Türküsü başta olmak üzere; Atlambaç Taşlarını Atlayamadım, Çıbık Lülesin Bulmuş Kahve Piştiği Yerde, Kirtmen Kızı, Şu Çırdaktan Gece Geçtim, Benden Selam Olsun, Kıyıktan Çıktım Yoruldum, Demirciler Demiri Nasıl Döverler, Eski Libas Gibi, Çoban, Bir Gül İçin, A Bülbül, Asker Türküsü, Sıvastopol Önünde, Aşağıimaret Arısı, Bir Gemim Var, Esnaf Türküsü, Dağlar, Osman Efe Sevin Ey Gül, Atlar Eyerlendi, Bir Onulmaz Derde Düştüm, Akşam Oldu Yine, Sarıya Boyanmışsın Yazık Benim Evvel Geçen Ömrüme, Ah Aman Getir Saki, Gurbet, Gam Değil, Aşk-ı Ezeli, Hendektedir Evleri, Şu Karşıki Yüce Dağlar, Hakçılar Tepeden Aştı, Tabakamda Tütün, Hey Gönlüm Şaha Kalktı Sevdi Gönül, Yine Cüda Düştüm Nazlı Yarimden, Bülbül Tek Uyandım Seher-i Nagah, Murat Reis Der Gaziler Hazır Olsun adlı türküleri örnek gösterebiliriz.
TRT Arşivlerinde yer alan bu türküler ve daha niceleri İhsan Ozanoğlu'nun Kastamonu Kültürü adına yaptığı önemli belgesel çalışmalardan sadece bir bölümüdür. Kastamonu'nun tarihsel açıdan bakıldığında oldukça geniş bir alana olan yayılmış kültürü, yalnızca türkülerimizin zenginliğiyle bile kendini göstermektedir. Kastamonu sanatın bir çok dalında yöresel niteliklerini özgün bir şekilde belli eden bir kültür ocağı konumunu taşımaktadır. Kastamonu halkının, sanatçısından ilim adamına, bakırcısından tahta oymacısına kadar nasıl vizyoner bir çizgi taşıdığı bu yurdun en büyük devrimlerinden birinin bu şehirde yapılmasının sebeplerinden sadece biridir.
Ozanoğlu derlemeleri ile olduğu kadar éHalk Ozanıé kimliğiyle de ön plana çıkmış, arşivlere geleneksel yapıda eserler kazandırmıştır. Bu konuda yakın dönemin Folklor Araştırmaları Kurumu Genel Başkanı Dr. İrfan Ünver NasrattınoğlU'nun, İş Bankası Dergisi "Kastamonu Özel Sayısı"nda yazdıkları ilgi çekicidir. Nasrattınoğlu yazısında konuya şöyle temas etmektedir:
"İhsan Ozanoğlu Türk aşıklık geleneğinde bir simgedir. Çünkü O,Aşık Veysel'den sonra öne sürülen bir çok iddiayı çürüten somut bir örnektir. Zira Ozanoğlu tahsilli bir insandı. Oysa Veysel'den sonra halk ozanlığı konusunda ahkam kesenler: "Aşıklık geleneği, Veysel Şatıroğlu ile birlikte ölmüştür!..." veya "Aşık Veysel ozanlık zincirinin son halkasıdır" ya da, "Eğitim düzeyi arttıkça aşıklık yok olacaktır!" demişlerdir. Biz ise bu halk sanatının Allah vergisi bir beceri olduğunu, bu beceriyi tahsille ve terbiye ile edinebilmenin mümkün olmadığını söyledik ve yazdık."
Nasrattınoğlu bu açıklaması ile birlikte, Ozanoğlu'nun arşivlere kazandırdığı aşıklık geleneği ve halk müziğinin nadide örnekleri üzerinde de önemle duruyor ve şöyle diyor "Temennimiz Kültür Bakanlığı Arşivindeki Ozanoğlu külliyatının yeniden gözden geçirilerek, layık görülenlerin kitap bütünlüğünde yayınının sağlanmasıdır. Halk edebiyatı, özellikle aşık edebiyatı ile ilgili olan bilim adamlarımızın, İhsan Ozanoğlu külliyatı üzerine lisans ve hatta doktora çalışmaları yaptırmalarında yararlar bulunmaktadır. Çünkü O, eskilerin deyimiyle, "Nev'i şahsına münhasır" gerçekten değerli bir ozan, değerli bir kültür-sanat adamıdır."
Evet, Ozanoğlu külliyatının yeniden ele alınması, gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi yararlı olacaktır. Defalarca vurguladığım gibi bu, değerlendirme Kastamonu kültüründe, önemli belgelerle birlikte gelecek kuşaklara aktarabileceğimiz mirasın da bir parçası olarak tartışmasız yerini alacaktır.
İhsan Ozanoğlu Kastamonu adıyla kendisini özdeşleştirmiş ve bunu hem şiirlerine, hem yazımlarına hem de hayatınının her kesitine iyiden iyiye sindirmiştir. Bu düşünceyi Eğitimci Yazar Ata Erdoğdu'nun şiirsel bir anlatımla yazdıkları ne kadar güzel ifade etmektedir:
"Kastamonu...Denizle ormanın buluştuğu, mavi ile yeşilin söyleştiği yer. Karadeniz'in İç Anadolu ile buluştuğu yaman evlatlar beldesi. Kurtuluş Savaşımızın gerçek gazisi, şehit analar, evliyalar mekanı. Karayılan'ın davul gümbürtüsü ile Sepetçioğlunun kıvrak figürünün söyleştiği yayla. Cidelinin sarı yazmasının esintilerinin Ozanoğlu'nun namelerine aksettiği yöre." (İlimiz Kastamonu ve Karadeniz Bölgesi-1992 )
EDEBİ KİŞİLİĞİ
İhsan Ozan oğlu ilk edebi eğitimini özellikle şiir konusunda bilgi ve birikime sahip olan annesi Emine Hanım'dan almıştır. Bu eğitim sırasında türküler, aşık ezgileri, ilahiler bir tarafta devam ederken, bir taraftan da koşma ve semai tarzının bütün inceliklerini öğrenmiş bu yapıda şiirler yazmaya başlamıştır.
Ozanoğlu henüz 12 yaşındadır ve oldukça yoğun bir çalışma süreci içinde kendisini yetiştirmeye uğraş vermektedir. Çok geçmeden gösterdiği çaba, öğrenmeye, bilgilenmeye ve üretmeye yönelik tavrı, çevresinde dikkat çekmeye başlar. Eğitmenleri başta olmak üzere yakınları da ona geniş ölçüde kaynaklar bulabilmek amacıyla destek olmaya çalışırlar. Özellikle ilgi duyduğu konulardaki kitapları bütün olumsuz koşullara rağmen edinmeye çalışır ve çevresinden gördüğü destekle gayreti her gün biraz daha artar.
Darü'l Hilafe Medresesi'nde Mevzıa-i Hasene, ardından Sultani Lise Dostlarıyla Altınışık dergilerini çıkarmıştır. Gazetecilik hayatına çok genç yaşlarda giren Ozanoğlu'nun Kurtuluş Savaşı sırasında Açıksöz Gazetesi'ne geçmiş, bundan sonraki dönemlerde, Doğrusöz, Kastamonu ve Yenises gibi gazetelerle çeşitli dergilerde yayımladığı makale, fıkra ve hikaye sayısı binlerle ifade edilecek rakamlara ulaşacaktır.
Daha çok halk şairi kimliğiyle öne çıkarılan Ozanoğlu'nun Klasik anlamda yazdığı şiirler de Ömür Boyunca adlı yayımlanmamış eserinin incelenmesinde ele alınacak ve onun şiiri hakkında daha fazla ve hatta beklenmedik kurgulara ulaşma olanağını bulacağız.
Ozanoğlu bütün şiirlerini hece ve aruz vezni ile yazdı. Biçimselliğe bağlı bir tutum sergiledi. Ancak, bu şiir tekniğinde yavanlığa, tekdüzeliğe, zorunlu sözcük kullanımları gibi sıkça görülen yanılgılara pek düşmedi. Özellikle hece ile yazılan şiirlerindeki dil, duru ve akıcı yapısıyla ön plana çıktı. Şiirlerinde kesintiye uğramayan bir başka nitelik de ahenk konusundaki titizliği ve tutarlığı oldu. Ozanoğlu'nun şiirlerinde ifade zenginliğinin ahenk ve akıcılığın en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz onun dilbilimi alanındaki donanımı idi. Şiirlerinde varolan kişisel unsurlar özgün bir söyleyişin ürünü olduklarını göstermektedir. Ayrıca Ozanoğlu küçük yaşlarda edindiği şiir bilgi ve birikimini, bu alanda çok çeşitli şiirler yazarak ortaya koymuştur. Bunun örneklerini Aşık Sazı, Ömür Boyunca ve Divan adlı yayımlanmamış eserlerinin örneklerini sunarken daha açık bir şekilde göreceğiz.
Ozanoğlu 1923 yılına kadar hece ve aruz vezniyle yazmış olduğu bütün şiirlerini yaktı.Öte yandan, daha önce de belirttiğimiz gibi halk şairi kimliğini korurken, batı edebiyatının ölçü ve biçimleriyle de şiirler yazan Ozanoğlu’nun bu şiirlerinde hakim olan lirizm onun için vazgeçilmez unsurlardan biri olarak yerini aldı. Şiirlerinin teknik yapı olarak güçlü olduğunu bunu yaparken düşünce örgüsünden hiçbir şey yitirmediğini belirtmek gerekir. Buna karşılık Ozanoğlu'nun şiirlerinde sadece estetik kaygılardan söz etmek yanlış olacaktır. Onun aşkları, duyguları, fırtınaları, dünyaya bakışı ve varoluşuna dair söylemler şiirinde doğal olarak yerini almıştır. Şiirlerinde kendisi olma duyarlığını ve özenini taşır. Bütün bunların yanı sıra toplumsal gerçekçi anlamda şiirler yazan Ozanoğlu yergi niteliği taşıyan şiirler de yazmış bir dönem bunları "Şamar" adı altında toplamıştır.
Ozanoğlu şiirini incelerken üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan biri de saz şairi-halk şairi kimliği ile klasik şair kimliğinin belirgin bir şekilde özellikle kendisi tarafından birbirinden ayrı tutulması olmalıdır.
Geriye dönüp bakıldığında 18.yy.da klasik edebiyatın etkilerini almaya başlayan aşık edebiyatı zaman zaman bu etkiden kaynaklanan olumsuz eserler verilmesine neden olmuştur. M. Fuat Köprülü'nün Türk Saz Şairleri 3 adlı eserinde geçen açıklamaları ilgi çekici tespitler taşımaktadır:
"17.asırda hükümdar saraylarından serhat kal'alarına kadar imparatorluğun uzak yakın her köşesine yayılan ve Kayıkçı Kul Mustafa, Katibi, Kuloğlu ve bilhassa Aşık Ömer Cevheri ve Karacaoğlan gibi şöhretleri asırlarca sürmüş kıymetli mümessiller yetiştiren Aşık Edebiyatı,18.asırda bu inkişafını tabii bir şekilde takip etti. Klasik edebiyat tesiri altında aruz veznini de- tabi çok kusurlu bir tarzda-kullanmaya çalışan saz şairleri bu asırda büsbütün çoğalmıştı. Kahvehanelerde, bozahanelerde, panayırlarda ellerinde sazlarıyla şiirler terennüm eden asıl meslekten yetişme aşıklardan başka, teknik ve ilham itibariyle bu tarzda manzumeler yazan şairlere de her tarafta tesadüf olunuyordu.
Bunun 18.asırda adeta bir moda mahiyeti halini aldığını görüyoruz: Bu asrın ilk yarısında Tezkire-i Şuara müelliflerinden Safai'nin ve Salim'in klasik şairler arasına bir iki saz şairi de koymaları aruz ile yazan bu sınıf şairlere biraz kıymet verildiğini anlatmaktadır. Gerçi klasik edebiyatçıların muhitinde bunun tezyif ile karşılandığını biliyoruz. Lakin bu zaruri aksi tesir o kadar şiddetli değildi. 18. asırda, hatta en büyük klasik şairlerimizde gördüğümüz müfrit İran taklidinden kurtulmak, mahalli hayata ve mahalli hususiyetlere yer vermek temayülü de şüphesiz bunda amil olmuştur. Büyük şair Nedim'in hece vezni ile türkü yazması, aristokrat muhitlerde saz şairlerinin gördükleri rağbete en canlı delildir.
(...)
Aşık Edebiyatı, 18.Asırda, daha 17.Asır sonlarında Gevheri ve Aşık Ömer'den sonra aldığı istikameti takip etmiş, klasik edebiyatın gittikçe artan tesirinden kurtulamamış, tekke şairlerinin ve tasavvuf telakkilerinin mütemadi nüfuzuna maruz kalmıştır.18.Asırda klasik şiirde gördüğümüz bazı temayüllerin akislerini, ara sıra bu asır aşıklarında da görmekteyiz. Yüksek sınıfların edebi dilini taklit tasallufünün fena ve bozucu tesirlerine rağmen, bazı bazı, asıl halk zevkine uygun, yalın, samimi, orijinal ilham mahsullerine de tesadüf edildiğini de ilave edelim." (M. Fuat Köprülü-Türk Saz Şairleri, Milli Kültür Yayınları Ankara 1962, S. 387-390 Umumi Mülahazalar)
İhsan Ozanoğlu da 1940 yılında yayımlanan Aşık Edebiyatı eserinde bu konu üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Divan Edebiyatının halk edebiyatı üzerinde etkisini ifade ederken, aşık tarz ve törelerini anlatırken, o zamana kadar değerli alim Köprülü'den başka kimsenin bu konuya değinmediğini pek büyük bir önemi olduğunu belirtmektedir.
-Yeni Edebiyat'tan-