Önceleri müfti müsevvitliği yaptıktan sonra Abdülbâki Efendi’ye intisap etmiş, onun vefatıyla da seyr u sülûkunu Muhiddin Efendi’den tamamlamıştır. On yedi yıllık müridlik hayatının sonunda Şa’baniyye tekkesine şeyh olmuştur. Bu süreçte pek çok hizmetlerde bulunan şair 1636 yılında vefat etmiştir.
Sanatında öğretici unsurları ön planda tutan Fuâdî, nazım ve nesir otuza yakın esere imza atmıştır. Şa’bâniliğin tanınmasında çok önemli bir yeri olan sanatçı, âşıkâne söylediği şiirleriyle de devrinde ses getirmiştir. Eserlerinde daha çok mutasavvıf kimliğini ön plana çıkaran sanatçı, Kasîde-i Pendiyye gibi şiirlerinde, devrin aksaklıklarını, bozulan ve yozlaşan yönleri, sebep-sonuç ilişkisi içinde sorgulamakta herhangi bir sakınca görmemiştir.
Halvetîlik içinde yetişip yoğrulan Fuâdî’nin şiirlerindeki en önemli yapı tasavvufi söyleme dayanmaktadır. O, hayal unsurlarından çok reel dünyadan aldığı kesitlerle meramını anlatma yoluna gitmiş, bunda başarılı da olmuştur. Şiirlerindeki akıcı söyleyiş bizlere, asırların gerisindeki Yunus’u çağrıştıracak derecededir. Bu türden beğendiği şiirleri, eserlerinin çoğunda yer almaktadır.
Matlâ: Gitti cismim geldi bir can yerine
Gitti cânım geldi cânân yerine
Diğer: Mûra basma seni mârân ısırır
Körpe incitme ki arslan ısırır
Kıblenin ehlini tekfîr etme
Kâ’be hakkı seni kaplan ısırır
Gülü bülbülden ayırma zinhar
Elini hâr-ı gülistân ısırır
-İlyas Yazar'dan-